15 Kasım 2008 Cumartesi

Kayseri Türküleri - Yarim İstanbulu Mesken mi Tuttun

Yarim İstanbul’u Mesken Mi Tuttun,
Gördün Güzelleri Beni Unuttun,
Sılaya Gelmeye Yemin Mi Ettin.


Gayri Dayanacak Özüm Kalmadı,
Mektuba Yazacak Sözüm Kalmadı.


Yarim Sen Gideli Yedi Yıl Oldu,
Diktiğin Fidanlar Meyveye Geldi,
Seninle Gidenler Sılaya Döndü.


Gayri Dayanacak Özüm Kalmadı,
Gençlik Elden Uçtu Gitti, Gelmene Lüzum Kalmadı

Devamını okuyun...>>

Kayseri Türküleri - Erkilet Güzeli Bağlar Bozuyor

Erkilet güzeli bağlar bozuyor, amanın aman, ben yandım aman
Kirpikleri kalem olmuş yazıyor, canım, canım


Tek tek basaraktan
Bâde süzerekten
İnci dizerekten
Gel canım gel amman


Cevizin yaprağı dal arasında, amanın aman, ben yandım aman
Severler güzeli bağ arasında, canım, canım


Tek tek basaraktan
Bâde süzerekten
İnci dizerekten
Gel canım gel aman


Hey ağalar ben bir hata işledim, amanın aman, ben yandim aman
Elma sanıp al yanağı dişledim, canım, canım


Tek tek basaraktan
Bâde süzerekten
İnci dizerekten
Gel canım gel aman


Erkilet güneydir gölge basma mı, amanın aman, ben yandım aman
Suç'olan yiğidi beyler asma mı, canım canım
(Benim sevdiceğim senden yosma mı, canım canım)


Tek tek basaraktan
Bâde süzerekten
İnci dizerekten
Gel canım gel aman

Devamını okuyun...>>

14 Kasım 2008 Cuma

Kuşluklar


Özellikle Gesi ve çevresinde sıkça görülen halk arasında kuşluk, güvercinlik diye tabir edilen kuş evleridir. Gesi'de ağırlıklı olarak Efkere ve Kayabağ köyleri arasında yoğunlukla göze çarpmaktadır. Tam olarak hangi tarihte inşaa edildiği bilinmekte fakat ermeni yerleşimi döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir.


Kuşluklar genel olarak 2 bölümden oluşur ; baca kıskı ve yuva kısmı. Baca kısmı kuşluğun dışarıdan görünen baca şeklinde taşlarla örülü ve yüksekliği yaklaşık 2 Mt. bulan kısmıdır. Yuva kısmı ise derinliği yaklaşık 2 Mt. iş genişliği ise 4-5 Mtdir.
Bu kuşluklar gerek kuşların gübresinden faydalanmak gereksede etinden faydalanmak için yapılmıştır. Günümüz şartları değişmesi ile birlikte bügün yıkılmaya yüz tutmuş ve bakımsız halderdir.
Devamını okuyun...>>

Gesi Bağları'nın Tılsımı ( Burhanettin Akbaş )

Taşa ve ahşaba şekil veren hünerli eller yetişti bu bölgeden yüzyıllar boyu. Gesi beldesinden Ağırnas’a kadar uzanan bölgede Mimar Sinan’ın piri olduğu sanatçı ruh her zaman yaşadı. Koramaz dağının kayalarını taşa dönüştürürken camilerde, han, hamam ve medreselerde, kendi evlerinde, köprülerinde kullandılar. Ama taşı yontarak ona zevklerinin en ince ayrıntılarını vererek...
Ünleri o derece artmıştı ki nihayet İstanbul’a gittiler, oradaki binlerce esere imza attılar. Kimisi taş ustasıydı, kimisi ahşap ustası... Kimisi nakkaştı. Bilgileri, görgüleri ile yüzlerce yıllık Anadolu mimarisinin en güzel örneklerini inşa edebiliyorlardı.
İşte o zaman başladı “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun” diye başlayan türküler. Sılada kalanlar gurbete gönderdiklerine, gurbettekiler sılada bıraktıklarına hep hasret kaldılar, hasret yaşadılar ve hasretlik duygusu ile göçtüler bu fani dünyadan. Bizlere onlardan yanık türküler ve içli duygular kaldı.

Gesi yöresi eskiden beri yeşille iç içe oldu. Yeşilin tonları sarıya ve turuncuya çalarken çeşit çeşit meyveler yetiştiren ağaçlar, türlü türlü sebzeler üretilen bostanlar, bağlar yorgun düştüler. Evler çoğaldı, tarihi doku bozulmaya başladı. Taş binaların yerini beton alırken ahşap sessiz sedasız ayrıldı aramızdan. Ceviz ağaçlarını bile keser oldu insanlar. Tepeler yavaş yavaş kararırken yeşilin yerini de simsiyah bir manzara alıyordu tepelerde. Yine de teselli bulacak ve eskiyi hatırlatacak kadar yeşil dahi insanı mutlu etmeye yetiyor.
Daracık sokaklarda ahşap ile taşın kol kola olduğu evlerin çıkıntıları yollara sarkıyor. Evlerin camları birbirine bakıyor, ama asıl ortaklıkları evlerin kapılarının baktığı ortak avlularda başlıyor. Aynı avluda büyüdük diyen komşu çocukları eskileri anlatırken arkadaş mı, kardeş mi olduklarını unutuyorlar. “Evler yan yana, insanlar can cana idi” diye başlayan anıların lezzetine doyum olmaz besbelli.
Şöyle bir iç çekip de efkarlanan gelinin bu daracık sokaklarda kendini kafese konmuş gibi hissetmesiyle yürekler yakan sesi adeta bu sokaklarda geziniyor gibi.
Gesi bağlarında bir top gülüm var
Hey Allah’tan korkmaz sana bana ölüm var
Bu dünyada ölüm varsa zulüm de var
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
Türlü türlü bitkilerin kökünden boya elde eden insanlar ceviz ağacına ve cehri adı verilen bitkiye özel bir önem veriyorlardı. Çünkü binalara süsleme yapmak, çeşit çeşit dokumalara iplik iplik renk vermek de onların işi idi.
Tarih bu sokaklardan süzülür gelir
Sanat buralarda hayat bulur
Türkün öz kültüründen gelen türküler
Haber verir geçmişte olup bitenleri
“Ceviz oynamaya gelmiş odama” diye başlayan bir türkü, küçük bir çocukla evlendirilmek zorunda kalan genç bir kızın umutsuz türküsüdür.
Ceviz oynamaya gelmiş odama
Nişanlın da bu mu derler adama
Dayanamam senin kara sevdana
Aman aman olmuyor,
Eş eşini bulmuyor
Kara yağız genç oğlan
Niye gönlün olmuyor
******
Gesi Bağları diye bir türkü, Kayseri’de yediden yetmişe ağızlarda, gönüllerde dolanır durur. Kayseri’nin milli marşı gibidir.
-Ah bir hoş sesli birisi olsa da Gesi Bağları’nı söylese...
Yılların biriktirdiği bir hasretlik duygusu bu.
Gesi Bağları bir kişinin değil, bir toplumun malı. Herkes kendince bir şeyler katmış ona. Belki bir gelinin ağzından ilk defa iki beşliği çıkmış ama, sonradan her bağrı yanan bir bölüm eklemiş, kendi derdini de katmış arasına. Böylece 100 beşlikten bir destansı türkü çıkmış ortaya.
Gesi bağları türküsünün bir hikayesi var mı? Var, hem de bir değil onlarca hikayesi var. Bir temel hikayenin üzerine herkes kendi hikayesini de katmış tabii ki... Bir gelin, kaynanasından çekmiş çekeceği kadar, o da katmıştır iki beşlik. Bir başkası nişanlısını askere yollamış, geceleri gizli gizli ağlarken mırıldanmış kendi duygularını türkünün devamına. Hatta zaman zaman erkek sesleri bile karışmış türküye.
Gesi Bağları türküsünün hikayesi mi? Asıl tema gurbet... Uzak diyarlardan Kayseri’ye gelin gelen bir gencin hikayesi. İnce ruhlu bir gelin. Kelime dağarcığı geniş... Aslında onun bir köy veya bir kasaba kızı olması zor. O şehir görmüş, konaklarda büyümüş bir kız. Alımlı, giyimi kuşamı ile gözler onun üstünde... Anası onu gözü gibi sakınmış hep. Bir gün karşıki konaktan yahut ötedeki yalıdan birilerinin, kızının kısmeti olacağını düşünmüş.
Bir de ağabeyi var. Askeri okulda okuyan uzun boylu, kara saçlı, parlak yüzlü bir delikanlı. İstikbali var, belki de ilerde bir Osmanlı paşası olacak. Lakin şimdi çok çalışması lazım. Hayatın bin bir türlü meşakkati, askerlik sanatının incelikleri onu bekliyor. İradesi sağlam, gözünü ufuklara dikmiş, sabırlara bekliyor her şeyi.
Aslen bu aile, hafızam beni yanıltmıyorsa, Kastamonu Daday’dan İstanbul’a yıllar önce göçmüşler. Kızın babası bile İstanbul’da doğmuş, düşünün ötesini artık... Onlar İstanbullu olmuşlar olmasına ama Daday’daki akrabaları da unutmuş değiller. Kırk yılın bir başı akrabalardan birileri çıkıp gelir Daday’dan ama o kadar...
Baba, tecrübeli bir insan... En verimli çağında ve bir devlet görevlisi olarak Sadarette önemli bir mevkide. Oğlundan yana bir kaygısı yok babanın. Lakin bir parçacık kızını düşünmekte... Anasının dizinin dibindeki kızı için baht açıklığı dilerken, onu şöyle istakbali açık bir köklü ailenin çocuğu ile başgöz etmenin hayalini de kurmuyor değil. Gerçi kızı ile ilgilenecek vakti yok. Oturup da şöyle baba kızın bu konuları konuşmaları mümkün değil ama eşine zaman zaman üstü kapalı da olsa imalarda bulunuyor.
Anne, bir İstanbul hanımı. Zerafet ehli. Eviyle, aile fertleri ile son derece ilgili. Zamanın gereği musiki dersleri almış, görgüsü beyinin rahat etmesini sağlıyor. Bir konağı çekip çevirmesi bir tarafa, eş-dost ziyaretlerinde de konuşmasıyla, kültürüyle takdirlere mazhar oluyor. Modayı da takip ediyor karınca kararınca ama oturaklı bir yapısı var. Kendisine uymayanları, kendi ağırlığına uydurmayı başarıyor.
Annenin tek kaygısı ise kızı. Biricik kızı onun baş tacı ama son yıllarda zaman zaman kızının başında kavak yelleri estiğini düşünüyor. Anlamakta zorlandığı anlar çoğalıyor, bazan sesini ciddileştirerek “Leylaaa!” diye seslendiği zamanlar artıyor. Ama yine de dizginlerin kendi elinde olduğundan emin. Leyla, daha küçük... Boyu posu yerinde ama... Güzelliğine diyecek yok ama... Yine de bazen bir şeyler oluveriyor. İpin ucu kaçıveriyor. Olsun. Gelip geçer bunlar diye düşünüyor. Bahtı açık olsun, aileye layık bir kısmeti çıkınca her şey düzelecek, bunu gayet iyi biliyor.
Günün birinde bahar mevsimi artık kendini iyice hissettirmeye başladığı bir zamanda, bahçeden türlü türlü kokuların yayıldığı, iğde kokularının rüzgarla birlikte, leylak kokularına karıştığı bir zamanda konağın yaz için boyanması ve tamiratının yapılması gerektiği için baba İbrahim Paşa, bu işle ilgili olarak yaverine görev veriyor. O yıllarda Anadolu’nun sanatkarları İstanbul yolunu boylamışlar bile. Kışı memleketlerinde geçirip İstanbul’a geliyorlar yavaş yavaş.
O yıllarda Kayserili ustalar çok meşhur. Hepsi de işinin ehli. Kimi nakkaş, kimi hattat, kimi taş ustası, kimisi bina ustası, kimisi ahşap ustası. Ağırnas’tan, Bürüngüz’den, Gesi’den, Germir’den, Endürlük’ten, İstefana’dan, Dimitri’den kalkıp İstanbul’a gitmek yüzyılların alışkanlığı... İşleri sağlam, yürekleri pek. Sözleri senet. Kazanacaklar ve kış bastırmadan köylerine dönecekler. Lakin İstanbul’a yerleşenleri de var. Uzun ayrılıklar, hep o ayrılıklar ne ederse ediyor. Kimisi bir sevda uğrunda kalıyor İstanbul’da, kimisi devlet kapısına kapılanıp kalıyor payitahtta. Sinan gibi bir büyük ustanın ayak izlerinden giden bu insanlara hürmet de büyük.
-Kayserili ustalar yaptı bu şadırvanı.
-Bizim konağı da onlar tamir etti.
-Bu sandık tıknaz bir Kayserili ustanın elinden çıktı.
Daha neler söyleniyor neler... İşler iyi... Kazançları evlerine rızık oluyor. Vuslat günü gelmek bilmiyor ama elden ne gelir. Analar, babalar, yavuklular, arkadaşlar özleniyor, yad ediliyor. Mektuplar yazılıyor varaklara, sevda türküleri söyleniyor inceden ince. Kayseri bir uzun yol, mektuplar üç ayda buluyor sılanın yollarını. Ama türküler her zaman dillerde.

Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun,
Gördün güzelleri beni unuttun,
Sılaya gelmeye yemin mi ettin.
Gayrı dayanacak özüm kalmadı,
Mektuba yazacak sözüm kalmadı.
Yarim sen gideli yedi yıl oldu,
Diktiğin fidanlar meyveye geldi,
Seninle gidenler sılaya döndü.
Gayrı dayanacak özüm kalmadı,
Gençlik elden uçtu gitti,
Gelmene lüzum kalmadı.
Gesi’den tüyü daha yeni yeni biten Ali’nin de sevdası hep İstanbul olmuş. O boya ustası. Üç yıldır İstanbul yollarını aşındırıyor. İyi ustaların yanında yetişiyor. Ailenin gururu bir evlat. İstanbul’da kazanıp anasına babasına, kardeşlerine rızık taşıyor. Yaşı küçük ama boyu uzun, adaleleri kuvvetli, kara saçlarının altında pırıl pırıl beyaz bir yüzü var. Bakanın bir daha baktığı bir Allah vergisi parlaklık... İnceden inceye bir delikanlı...
Yaver, işini sağlam yapmanın telaşıyla en iyi ustaları bulup getiriyor konağa. Hepsi de Kayserili. Paşaya rapor ediyor durumu ki paşanın memnuniyeti artsın. Nihayet beklediği gibi seviniyor İbrahim paşa.
-Aferin yaver, iyi etmişin, aferin!
*****
Bir sevda türküsü böyle başlıyor. Ali ile Leyla’nın türküsü...
Ne oluyorsa daha ilk günden oluyor. Yazgıya bozgu olmaz derler. Daha ilk günden karşılaştırıyor kader onları konağın bahçesinde. Bir yürek yangısı başlıyor, bir kıvılcım çakıyor. O günden sonradır ki Leyla’nın konağı onaran ustalara ilgisi, sevgisi çoğalıyor. Ali’yi görmeden duramaz oluyor. Ustalar da durumu çok geçmeden anlayıp çekiyorlar Ali’yi karşılarına başlıyorlar anlatmaya:
-Ali, yiğit Ali, can Ali, iyisin, hoşsun, mertsin, yiğitsin... Sözümüz yok arkadaşlığına, dostluğuna, yiğitliğine. Lakin davul bile dengi dengine. Sen ekmeğinin peşinde İstanbullardasın. O bir İstanbul kızı. Yaşı küçük anlamaz daha hayattan. Hoş sen de küçüksün amma... Ateşle oynamak doğru değil. Bu iş akıl işi değil. Bak bize söz getirirsin. Bırak şu kızın peşini, dellenme.
Bir kulağından girer Ali’nin öbüründen çıkar. He der, haklısın ustam der usulca, lakin, Leyla’yı görmeden duramaz yine. Uzaktan uzağa bakışmalar, gizli gizli buluşmalara karışır gider. Ve bir gün olan olur. Leyla bir mektup bırakır yatağına, Ali ile bir gece ansızın kaçıp gider. Kader böyle yazılmıştır, elden bir şey gelmez.
Konakta sabah ustalar daha Ali’nin yitik olduğunu anlayamadan bir figan feryat kopar. Leyla’nın anası, hizmetçiler ağlar dururlar. Paşababa kızgın, öfkeli öfkeli döner durur odada. Bir mektuba bakar delirir, bir hanımına bakar köpürür. Yaverini paylar durur durmadan. Yaver bir ara dili ile dişi arasında “buluruz paşam, uzaklara gidememişlerdir” diyecek olur ama bu sefer kükrer Paşababa:
-Hayır, benim böyle bir kızım yok, bir daha o bu eve adımını atamaz. Sakın ola peşine düşme, nerede olduğunu dahi bilmeyeceksiniz. Benim böyle bir kızım yok artık.
****
Gesi’de daha güzün başlangıcındayız. Bağ bozumu yeni bitmiş. Ali’nin gelmesine iki ay var.
Yolcular, uzun bir yoldan geliyorlar. Ali, eski dönüşlerini hatırlayıp dudakları gevşiyor, gülümsüyor. Ne büyük mutluluktur sılaya kavuşmak, bağrına basması insanın anasını, babasını, kardeşlerini. Koca bedestenli koca Kayseri’ye geliyorlar, kümbetler dizi dizi, ulu ulu camiler, medreseler, hamamlar, çarşılar, İstanbul havası koklatan Kurşunlu Camii, neler neler... Ve gök kubbeyi yırtarcasına bir doruk, koskoca bir şehri kucağına oturtmuş gibi ak saçlı Erciyes.
Yapraklar sararmış, yerler gazellerle örtülmüş. Hışır hışır yürüyor iki can, iki nefes, kaderin onlara ne getirdiğini bilmeden. Bir akşam alacasında Ali’nin eli tahta kapının tokmağına sarılıyor, nefes nefese...
-Ah ana sen bilmezsin neler oldu, gurbet elde Ali oğlun kendine bir suna buldu, Leyla senin gelinin ana, ver elini öpeyim hakkını helal et bana!
İki şaşkın bakış, oğluna sarılmayı unutmuş, yanındaki süslü püslü kıza bakıp durur. Ali, anasının elini öper ama anası hala kendinde değildir. Bu da nereden çıktı başımıza der durur düşünceden düşünceden. Akşam babası namazdan gelir amma al birini vur ötekine. Ne bir bayram sevinci, ne bir hoşnutluk... El vermezler, dil vermezler. Ağaları yan bakar dururlar Ali’ye.
-Yenlicek Ali, sırası mıydı şimdi bunun. İstanbul’a gidip de şehir kızı getirmenin alemi nedir? Yarın koyup gideceksin bu şehir süsünü köy yerine, anamızın babamızın başına. Demezler, ah keşke deseler, hatta Ali’nin suratına iki yumruk dahi vursalar Ali’ye iyi gelecek. Gesi bağlarının tılsımı işte o zaman bozulur.
Ali ile Leyla’nın nikahını bir imam kıyar. Ne telli duvaklı gelin olur Leyla, ne de damat tıraşı olur Ali. Davullar çalmaz, zurnalar ötmez. Halaya durulmaz boylu boyunca.
Karanfilsin kararın yok
Gonca gülsün derenin yok
Güzel senin saranın yok
Eli karanfilli gelin
Başı deste güllü gelin
Ali’nin yüreği yanar durur, yanar durur... İçindeki ateşi bastıramaz olur. Çıkar yücelerden Erciyes’e bakmaya... Lakin, mevsim kış, yücelerin yücesi Erciyes görünmez olur.
-Ah Leyla ah Leyla, bak neler oldu. Seni sevmedilerse beni de mi sevmezler. Benim sevdiğimi niçin bilmezler. Ben onların Alisi değil miyim? Genç yaşımda gurbetlerde kazanıp onlara taşımaz mıyım? Ağalarımın bunca umarını görmüşüm. Çocuklarına kendi çocuğum gibi bakmışım, yengelerime ne hediyeler almışım, şimdi ne oldu bunlara böyle? Seni sevmezlerse beni de mi sevmezler? Seni bilmezlerse beni de mi bilmezler?
Kış günleri çok zor geçer. Konakta büyümüş İstanbul kızı Leyla, Gesi’de evin hizmetkarı olur ama yine de yaranamaz. Yaptığı kusur olur, yapmadığı kusur. Tek tesellisi vardır Alisi. Alisi yanı başında ya katlanırım her şeye der. Der ama iki sevgili yemekten içmekten kesilirler bir süre. Ali de kabuğuna bürünür durur. Az yer, az konuşur, gülmez olur al yanakları. İşte o gün bir şeyler kıpırdar Leyla’nın içinden. Bir sevinç midir, bir çığlık mıdır, bir korku mudur, bir duygu ki anlatılmaz. Yavrusunun ayak sesleri gelir gecenin bir yarısı uyku arasında... Dinler ki Leyla, ne olduğunu anlamadan. Dinler ki ürpermeyle dolar yüreği. İlk başta söyleyemez Alisine. Bir gün cesaretini toplayıp çıtlatır usulca.
-Hey Ali hey! Niye gönlünce sevinemedin? Şu karşıki dağlara çıkıp da haykıramadın doya doya. Sana yakışır mıydı Balagesi’nin inlerine girip de gizli gizli ağlamak. Sen sevda nedir bilir misin Ali? Söyle bana bilir misin? Hani yiğittin, cesurdun sen? Seni erittiler mi, bitirdiler mi hemen. Duvarı nem, insanı gam yıkarmış ha! Leyla’nın sevgisi yetmedi mi sana? Niye büküldün Ali, niye? Niye doğrulmadın babayiğitçe. Sana yakışır mı, ezilmek, bükülmek, yiğitliğine, mertliğine.
-Ben seni sevdim Ali, sevgimin meyvesini kucaklasana. Niye değişiyorsun Ali, niye? Gurbette cefayı öğrenmedin mi? Leyla’nım ben, unuttun mu? Beni buralarda bırakma Ali. Beni buralarda bırakırsan ben ölürüm. İstanbul’a gitme Ali, buralarda çalış. Beni kimsesiz gibi anana babana bırakma!
-Niye kaçıyorsun Ali, niye. Benim vebalimi alma. Beni düşün, yavrumuzu düşün. Beni susuz bırakma, öksüz bırakma.
Değişirmiş insan değişirmiş. Bükülürmüş insan bükülürmüş.
Yine iş mevsimi gelir. Ali, hıçkıra hıçkıra ağlayan Leyla’sını ve daha kundağını dolduramayan yavrusunu bırakıp İstanbul’a çalışmaya gider. Ali için bir kaçıştır aslında. Gönül Leyla’sına sahip çıkamamıştır. Leyla’yı bırakıp gitmenin ne demek olduğunu bilir Ali. Ama yine de gider. Giderken dönüp bakmaz ardına. Bu gidiş, gidiş değildir onun için. Bir çırpıda silmiştir herkesi gönül defterinden, Leyla’yı bile.
Birer birer saydım da yedi yıl oldu
Diktiğin fidanlar meyveye durdu
Seninle gidenler sılaya döndü
İstanbul yoluna diktim gözümü
****
Leyla’nın hayatı bir işkenceden farksızdır. Ali’nin dönüşü hiç olmamıştır. Mevsimler geçer, yıllar peşi sıra gelir. Dikilen fidanlar büyür, Leyla’nın biricik yavrusu Mehmet büyür, dillenir, koşar. Artık göz pınarlarından akan yaşlar kurur, kör kuyular gibi dipsiz, uçsuz bucaksız olur.
Herkes Leyla’nın derdine ortak olur zamanla. Leyla’nın dertli dertli söylediği türkülere onlar da kendi dertlerini katarlar. Hatta erkekler bile bu türküleri söyler olurlar. Onlar bile birkaç dörtlük söyleyip kendi dertlerini dillendirirler.
Kimisi Ali’yi İstanbul’da gördüğünden dem vurur. Kimisi orada evlenmiş, çocukları bile olmuş der. Bazıları Ali’nin ince hastalıktan öldüğünü anlatırlar. Kimisi ise çalıştığı inşaattan düşüp öldüğünü söyler. Kesin olan bir şey var ki o da Ali’nin dönmediğidir. Leyla’nın göz pınarlarından akan yaşlarla boğulup gittiğidir.
*****
Yıllar sonra bir gün bir Osmanlı paşası Gesi taraflarından geçerken çeşme başında oturan insanlara yaklaşmış ve :
-Buralarda Emir oğlu sülalesi diye bir sülale varmış, tanır mısınız, diye sormuş.
Hepsi de tanırız demişler. İçlerinden birisi:
-Buyur paşam, kimi sorarsan söyleyelim, demiş.
-Emir Oğulları sülalesinden Leyla Hanım’ı soracaktım, durumu nasıl merak ettim, sağ mı, çocukları var mı?
-Vallahi paşam, Leyla çok çekti. İstanbul’dan buraya gelin geldi, gelmez olsaydı. Oğlanın anası babası yüzüne bakmadılar, oğlanın ağabeyi, yengeleri etmediğini bırakmadılar. Leyla çok çekti çooook! İstanbul’a hep dönmek istedi ama dönemedi. Kırkına varmadan öldü paşam. İstersen akrabaları ile görüştürelim seni.
-Yok hayır, hayır! Çocuğu var mıydı?
-Paşam, bir Mehmet’i oldu, başka da yok.
-Mehmet, nerede, ne yapıyor şimdi?
-Valla Ali’nin ağabeyi Mustafa’nın yanında ırgatlık yapıyor, yüzü gülmüyor delikanlının.
-Bana Mehmet’i bulup getirir misiniz?
-Hayrola paşam, siz Leyla Hanımı nerden tanıyorsunuz?
-Ben onun ağabeyi olurum.
Koşarlar Mehmet’i bulup getirirler. Ali’nin ağabeyi Mustafa da koşar gelir paşayı duyunca. Paşa, Mustafa’nın yüzüne bakmaz bile. Mehmet’i basar bağrına, çeker bir köşeye bir şeyler anlatır ona. Mehmet’i bindirdiği gibi arabasına ver elini İstanbul.
Derler ki Leyla’nın ölümünden sonra Gesi Bağları’nın tılsımı bozulmuştur. O günden sonra asmalar üzüm vermez olur, karanfiller, nevruzlar, çiğdemler solar. Ceviz ağaçları, kayısılar, elmalar, armutlar, vişneler, kirazlar uzun zaman meyve vermez olur. Kimisi soğuk algınlığına verir, kimisi bir başka şeye. Şimdi artık meyve verse de insanlar eski lezzetini bulamazlarmış. Eskiler hep hayıflanır dururlarmış, göz baka baka heder ettik Leyla’yı da Ali’yi de derlermiş.
O günden sonra Kayserili ustalar İstanbul’da rağbet görmez olmuş. Konaklarda, yalılarda, köşklerde, saraylarda konuşulmuş Leyla’nın hikayesi. Konuşulmuş ama elden ne gelir demekten öte bir şeyler olmamış.
Doğru ya...
Güneşe yazı yazılmaz imiş,
Yazgıya yazılan bozulmaz imiş.

Kaynak: S. BURHANETTİN AKBAŞ

Devamını okuyun...>>

Gesi Bağları Türküsü 100 Dörtlük

GESİ BAĞLARI
I
Gesi Bağları’ndan gelsin geçilsin
Kurulsun masalar rakı konyak içilsin
Herkes sevdiğini alsın seçilsin
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

2
Gesi Bağları’nda dolanıyorum
Yitirdim yarimi (anam) aranıyorum
Bir çift selamına güveniyorum
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansım derdime

3
Gesi bağlarında bülbüller öter
Ateşim yanmadan (anam) tütünüm tüter
Bana bir hal olmuş ölümden beter
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

4
Gesi Bağları’nda üç ırgat işler
Sıladan geliyor (anam) şu uçan kuşlar
Anneler doğurur ele bağışlar
Örtün pencereleri (anam) esmesin yeller
Dertli olduğumu (anam) bilmesin eller

5
Gesi Bağları’nın gülleri mavi
Ayrıldım yarimden (anam) gülemem gayri
Yardan ayrılanın böyle olur hali
Yas tutsun ellerim (anam) kına yakmayım
Kör olsun gözlerim (anam) sürme çekmeyim

6
Gesi Bağları’nda tokaştım taşa
Kardeş ekmeğini (anam) hakarlar başa
Girip çalıştığım emeğim boşa
Gel otur yanıma, hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
7
Gesi’ye giderken yolum ayrıldı
Bindim arabaya (anam) başım çevrildi
Siyah saçım sağ yanıma devrildi
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime
8
Tıkır tıkır merdivenden inmedim
Güle güle anam yar koynuna girmedim
Cahil idim kıymetini bilmedim
Atma anam atma , beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime.

9
Kuruldu kazanım harenim yoktur
Söküldü sim saçım anam örenim yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Örtün pencereler anam esmesin yeller
Dertli olduğumu anam bilmesin eller.

10
Bana gül diyorlar neme güleyim
Ayrılık üzerimdeki, kime neyleyim
Bir mektup gönder gönlüm eyleyim
Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada, anamın kuzusu.
11
Bulamadım kır atımın gemini
Süremedim anam gençliğimin demini
Ben sürmedim eller sürsün demini
Neyleyim dünyada anam yar olmayınca
Domurcuk gül iken anam koklamayınca.
12
Çattım ocağıma hürmetim yoktur
Döktüm zülfü saçı anam örenim yoktur
Anamdan babamdan gelenim yoktur
Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu.

13
Enginli yüksekli kayalarımız
Gam ile yoğrulu anam mayalarımız
Doğurmaz olsaydı analarımız
Neyleyim neyleyim hep alınım yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu.

14
Urganım atmadık dallar mı kaldı
Başıma gelmedik anam haller mi kaldı
Beni söymedik diller mi kaldı
Ne deyip ağlayım, anam alın yazgısı
Kader böyle imiş anam onmaz bazısı.
15
Şu görünen bahçe m’ola bağ m’ola
Şu dağın ardında yarim var m’ola
Oturup da beni yad eder m’ola
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime.
16
Sac üstünde fısır fısır bazlama
Küçük iken ciğerlerim gözleme
Ben diyorum gelir diye gözleme
Örtün pencereler, anam esmesin yeller
Dertli olduğumu anam bilmesin eller.

17
Gesi bağlarında şıvga dalım yok
Derdimi söylesem anam dinler yarim yok
Herkes güler oynar sorgu sual yok
Ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar
Yarını elinden anam alsak diyorlar.

18
Gesi’ye giderken yolum ayrıldı
Bindim arabaya başım çevrildi
Selvi saçım sol yanıma devrildi
Ölüm olmasın da anam ayrılık olsun
Bize sebep olan anam içten vurulsun
19
Mezarımı geniş açın dar olsun
Etrafı mor sümbüllü bağ olsun
Ben ölüyom ahbaplarım sağ olsun
El kadar alınımda türlü yazım var
Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var
20
Ateş alıp ısınmadım korunda
Güle güle anam yar gezmedim kolunda
Methim gezer elalemin dilinde
Atma anam atma, beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

21
Bülbül gelmiş gül dalına konuyor
Hangi dala yuva yapsa kuruyor
Herkesin yari yanında duruyor
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

22
Bülbülüm uçtu da kafesi durur
Ne güzel ellerin (anam) babası durur
Babasız yuvada evlat mı büyür
Örtün pencereleri (anam) esmesin yeller
Dertli olduğumu (anam) bilmesin eller
23
Yazmam gül yaprağı düremem gayri
Yalnızım evlere (anam) giremem gayri
Bana bir hal oldu diyemem gayri
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
24
Gesi bağlarında kılarım namaz
Kılarım kılarım halka yaramaz
Haktan geldi bize bir ulu niyaz
Örtün pencereleri değmesin yeller
Bugün efkarlıyım gelmesin eller

25
Gesi Bağları’nın gülü olayım
Arayı arayı yari bulayım
Gül bülbülden başkasına sorayım
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmeyen ben o yari neyleyim

26
Gesi Bağları’nda kamber tay olur
Anam andıkça aklım zay olur
Ayrılık dediğin birkaç ay olur
Örtün pencereleri esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller
27
Şu dereden akan bulanık seller
Derdim içimdeki ne bilsin eller
Oturup ağlasam divane derler
Ne deyim ne ağlayım hep alnımın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı
28
Sandıktan basmamı giyesim geldi
Ciğerim anamı göresim geldi
Varıp iki elini öpesim geldi
Örtün pencereleri esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

29
Tandıra et vurdum yiyesim geldi
Ciğerim anamı göresim geldi
Açıp mezarına giresim geldi
Ne deyim ağlayım hep alnımın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

30
Gesi Bağları’nda bir top gülüm var
Hey Allah’tan korkmaz sana bana ölüm var
Ölüm varsa bu dünyada zulüm var
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime
31
Gesi Bağları’nda geçilmez yastan
Dört yanım ıslandı yağmurdan yaştan
Sağ yanım ağrıdı soluma yaslan
Hep yalan mı oldu o geçen günler
Bahçede ötmez oldu bülbüller
32
Gesi Bağları’nda açılmış güller
Derdimi söylesem deli olmuş derler
Seni sevdiğimi bilmesin eller
Gel otur yanıma boyu posu güzelim
Gülemem ağlarım ah çekerim gezerim

33
Gesi bağlarında kaynar karınca
İçim kan ağlar anam yaşıtım görünce
Ben bu dertten iflah olmam ölünce
Hep yalan mı oldu anam o geçen günler
Bahçedeki ötmez oldu anam bülbüller.

34
Gesi bağlarında yiğitler gezer
Eller ne bilsin anam yüreğimi ezer
Yarim gitti hasreti beni üzer
Ben gülsem oynasam anam yasak diyorlar
Varını elinden anam alsak diyorlar.
35
Gesi bağlarının köpeği olsam
Koklayı koklayı anam anamı bulsam
Bulduğum yerde öpsem koklasam
Atma garip anam yazılara yabanlara
Keşke verseydin köyümüzdeki çobana.
36
Gesi bağlarında bülbüller öter
Anamın ekmeği burnuma tüter
El kadar verseler o bana yeter
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var.

37
Gesi Bağları’nda bir oylum kaya
Düşmüşüm sevdana ne diyon bana
Bir yüzük yaptırdım yadigar sana
Takın parmağına dar mı geliyor
Gurbete gitmesi zor mu geliyor

38
Gesi Bağlarında yolun sağında
Güller çiçek mi açar yavru bağrında
Yavrusu koynunda elin yanında
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim
39
Gesi Bağlarında attım urganı
Üstüme örttüler gurbet yorganı
Benim anam çifte kessin kurbanı
Ne deyip ağlayım hep alnımın yazgısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı
40
Gesi Bağlarında dikili taşlar
Benden selam söylen hey uçan kuşlar
Memlekette kaldı yaren yoldaşlar
Örtün pencereleri esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

41
Her boyadan bir boyalı taşım var
Yaşım küçük ne belalı başım var
Feleğinen döğüşecek işim var
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bir başımdı, şimdi körpe kuzum var

42
Anam kirmenini alsın eline
Tarasın yününü taksın beline
Gelsin baksın yavrusunun haline
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varını elinden alsak diyorlar
43
Başına bürünmüş el kadar astar
Asker babasını yavrular ister
Benim yarim diye yolunu gözler
Neyleyim dünyada yar olmayınca
Domurcuk gül iken koklanmayınca
44
Gesi bağlarında ötüşen kuşlar
Hayıra çıkmadı gördüğüm düşler
Yıldan yıla meyva veren ağaçlar
Devşirdim çiçeği dalda ne kaldı
Gidiyom gurbete burda nem kaldı

45
Gesi bağlarında salkım söğütler
Anam yok ki versin bana öğütler
Gün görüp gidiyor benden kötüler
Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

46
Ocağımı çattım herenim yoktur
Söküldü sim saçım örenim yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Gel otur yanıma başımın tacı
Ayrılık ekmeği zehirden acı
47
Gesi bağlarında açıldı güller
Sevdiği yanımda sefada eller
Hep bize tokandı yaramaz diller
Ben gülsem oynasam yasak diyorlar
Varını elinden alsak diyorlar
48
Arı olsam her çiçeğe konarım
Yar yitirdim yana yana ararım
Var mı benim şu Gesi’ye zararım
Atma anam atma beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

49
Gesi dedikleri bir çatal dere
Ahbaplar içinde yüreğim yara
Çok emekler verdim vefasız yere
Örtün pencereler esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

50
Yine kalaylandı sofanın taşı
Silerim silerim gitmez gözümün yaşı
Benim çektiklerim bir soysuz yası
Meğer taşa biber ekilmez imiş
Kötülerin kahrı çekilmez imiş
51
Anam beni ne hal ile doğurdu
El kapısı hamur etti yoğurdu
Gücüm yeter yetmez işler buyurdu
Gurbet elde neler geldi başıma
Anam yok ki şu derdime katıla
52
Anam mendilimi düremiyorum
Yalnızım evlere giremiyorum
Anasız babasız duramıyorum
Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

53
Anam yok ki ağıdımı dinlesin
Babam yok ki şikayetim dinlesin
Şu cahil gönlümü kimler eylesin
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bir başımdı,şimdi körpe kuzum var

54
Gesi bağlarında gülüm duruyor
Hangi dala yuva yapsam kuruyor
Bülbül bile kadersizi biliyor
Ne deyip ağlayım hep alnımın yazısı
Onmaz imiş güzellerin bazısı
55
Yazmam gül yaprağı düremiyorum
Yalnızım evlere giremiyorum
Söktüm sim saçımı öremiyorum
Devşirdim çiçeği benim dalda ne kaldı
Gidiyom gurbete benim burda nem kaldı
56
Bellettim bağımı yemedim üzüm
Kaynattım pekmezi gelirim güzün
Garibe vermezler bir salkım üzüm
Neydeyim ağlayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

57
Bu yıl çiçek çoktur dallar götürmez
Dağlar diken olmuş kervan oturmaz
Benim bağrım yaz olmuş sitem götürmez
Eğil dağlar eğil yari göresim geldi
Siyah zülfümü yüzüne süresim geldi

58
Yüceden kaldırın gelin ölüsü
Elmalar donatın söğüt dolusu
Bana derler kadersizin birisi
Dertli diye çağırsınlar adımı
Yazmamınan bağlasınlar başımı
59
Yazmam gül yaprağı karanfil irenk
Aksine vuruyor devran-ı felek
Gesi bağlarında Leyla diyerek
Ah neyleyim şu alnımın yazısı
Onmaz imiş güzellerin bazısı
60
Bana gül diyorlar neme güleyim
Ayrılık serime düştü neyleyim
Anamdan doğalı ben de böyleyim
Gel otur yanıma boyu posu güzelim
Gülemem ağlarım ah çekerim gezerim

61
Çırpını çırpını yuvadan uçtum
Ağlayı ağlayı bu hale düştüm
Getirin anamı babamdan geçtim
Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş dünyada, anamın kuzusu

62
Çıra yanmayınca ceviz mi kavlar
Ciğer yanmayınca gözler mi ağlar
Oturum ağlasam divane derler
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
63
Gesi bağlarının yılanı olsam
Dolanı dolanı yanına varsam
Uyusam uyansam derdime yansam
Hep yalan oldu o geçen günler
Bahçede ötmez oldu bülbüller
64
Gesi bağlarını gördün mü bilmem
Toprağına bağdaş kurdun mu bilmem
Gizli sırlarıma erdin mi bilmem
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmeyen ben o yari neyleyim

65
Gesi bağlarından geçemiyorum
Az doldur kadehi içemiyorum
Anamdan babamdan geçemiyorum
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun

66
Gesi’ye giderken yolun sağında
Güller açmış nazlı yarin bağında
Yeni değmiş on üç on dört çağında
Gel otur yanıma boyu posu güzelim
Dost düşman yanında güler oynar gezerim
67
Gesi’ye giderken yolum ayrıldı
Bindim arabaya başım çevrildi
Siyah saçım sağ yanıma devrildi
Eğil dağlar eğil yari göresim geldi
Siyah zülfünü yüzüme süresim geldi
68
Eşik arasında fenerim yitti
Feleğin ettiği gücüme gitti
Bana ettiğini kimlere etti
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime

69
Ellerin mektubu gelir okunur
Benim yüreğime hançer sokulur
Bugün posta günü canım sıkılır
Atma garip anam yazılara yabana
Keşke verseydin köyümüzdeki çobana

70
Evereğin bayırına düzüne
Döndüm baktım karlar yağmış izime
Uyma dedim uydun eller sözüne
Sağ olanlar bir gün olur kavuşur
Küs olanlar bir gün gelir barışır
71
Gesi’nin etrafı tozlu yol m’ola
Salını salını gelen yar m’ola
Urgan atsam ölsem ölüm zor m’ola
Şimdi ben anladım onmadığımı
Daha çilelerimin dolmadığını
72
Gesi’nin evleri kemer kemerdir
Derdim içimde küme kümedir
Ağlamak dururken gülmek nemedir
Örtün pencereleri esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

73
Söktüm sim saçımı örenim yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Ağlasam sızlasam görenim yoktur
Doğurmaz olsaydın anam başım belalı
Bir murat almadım anamdan doğalı

74
Salkım söğüt gibi dallarım yerde
Gözlerim gözlerim gözlerim yolda
Götürün anama evleri nerde
Gurbet elde neler geldi başıma
Anam yok ki şu derdime katlana
75
Şu dağlara çıksam yolu arasam
Mendilim elimde döne döne ağlasam
Anam yok ki ben derdimi söylesem
Ne deyim ağlayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı
76
Tel tel olur Kayseri’nin ovası
Yüzüne bakmadım karın doyası
Taze olur evlilerin boyası
Ne deyip ağlayım alın yazısı
Gülüp oynamıyor gelinlerin bazısı

77
Yüce dağ başına gelmesin eller
Bu gün efkarlıyım açmasın güller
Diz dize gelip de döktüğüm diller
Ne deyip ağlayım bu böyle olmaz
Kulların başına gelmedik kalmaz

78
Gesi bağlarından indi bir firek
Bu mektubu yazan dertli bir yürek
Gönderin anamı o bana gerek
Yaz yaz mektubu postaya bırak
Varamam yanına yollar pek ırak
79
Gesi’ye gidenin bağrı taş gerek
Atı saltanatlı bir kardeş gerek
Ağlamak dururken gülmek ne gerek
Yas tutsun ellerim kına yakmayım
Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim
80
Sofraya oturdum gelin kız gibi
Gözüme bakarlar imkansız gibi
Ortadaki yemek acı tuz gibi
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

81
Güğümlere su doldurdum ılımış
Benim kader ilk akşamdan uyumuş
Ne yapayım dostlar yazım bu imiş
Örtün pencereleri esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

82
Gesi bağlarını belleyen olsa
Şu cahil gönlümü eğleyen olsa
Beni de anama yollayan olsa
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
83
Gesi bağlarında kaynar kum idim
Ben eller içinde yanan mum idim
Ibdı Allah, sonra senden umudum
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
84
Merdivenden tıkır tıkır inerken
Yazması boynuma dolanır severken
Uyumuşum ak gerdandan emerken
Örtün pencereler değmesin yeller
Bu gün efkarlıyım gelmesin eller

85
Gesi bağlarında has nane biter
Bana bir hal oldu ölümden beter
Sevdiğim ettiğin canıma yeter
Yaz yaz mektubunu postaya bırak
Varamam yanına, yollar çok ırak

86
Gül koymuşlar menekşenin adını
Almadım dünyadan ben muradımı
Ben ölürsem dertli koyun adımı
Atma garip anam yazılara yabana
Keşke verseydin beni köyümüzdeki çobana
87
Bu nasıl tecelli bu nasıl kader
Derdim içimdedir ne bilsin eller
Oturup ağlasam deli mi derler
Neyleyim, neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu
88
Gesi bağlarında gül ile çayır
Ana ben ölüyom başını çevir
Kaynanam imansız, güveyin gavur
Ne diyeyim ağlayayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı

89
Elimi atmadık dallar mı kaldı
Başıma gelmedik haller mi kaldı
Beni söylemedik diller mi kaldı
El kadar alnımda türlü türlü yazım var
Evvel bir başımdı şimdi körpe kuzum var

90
Gesi bağlarında gül ile susam
Tecellisi olmaz yerine küsen
Candan kimsem yok derdimi desem
El kadar alnımda türlü yazım var
Evvel yalnızdım şimdi kuzum var
91
Anam yok ki diye diye ağlasın
Babam yok ki kuşağımı bağlasın
Kardeş yok ki salacamda baş tutsun
Atma garip anam yazılara yabana
Keşke verseydin köyümüzdeki çobana
92
Bülbüle su verdim altın tasınan
Yolunu beklerim bir hevesinen
Günlerim geçiyor ah u zarınan
Örtün pencereler esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller

93
Gesi bağlarında gül ile nergis
Sabahlar olmuyor sevdiğim sensiz
Cennetin köşkünde duramam sensiz
Ölüm olmasın da ayrılık olsun
Bize sebep olan Allah’tan bulsun

94
Gesi bağlarında bir tarla nohut
Anam ben ölüyom bir yasin okut
Küçük kardeşimi yarime büyüt
Örtün pencereler esmesin yeller
Dertli olduğumu bilmesin eller
95
Dağdan yuvarlandı kayalarımız
Gam ile yoğruldu mayalarımız
N’ola taş doğuraydı analarımız
Ne deyim ağlayım hep alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı
96
Kuruldu kanadım kefenim yoktur
Kapıdan içeri girenim yoktur
Gurbette anamın haberi yoktur
Beklerim yolunu gelene kadar
Çekerim derdini ölene kadar

97
Kütür kütür kırdın felek dalımı
Kimselere diyemiyom halimi
Ben sana ne yaptım Allah’ın zalimi
Neyleyim neyleyim hep alnımın yazısı
Gülmemiş bu dünyada anamın kuzusu

98
Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yarimi aranıyorum
Bir çift selamına güveniyorum
Eğil dağlar eğil gülleriniz açtı mı
Benim sevdiceğim burdan geçti mi
99
Yağmur yağar ince elek tülbentten
Kurtar Allah beni gayri gurbetten
Ölmeyince kurtuluş yok bu dertten
Yol ver dağlar ben gideyim sılama
Sılam zümrüt yeşili buna nasıl dayana
100
Gesi bağlarında bir top gül idim
Yağmur yağdı güneş vurdu eridim
Evvel yarin sevdiceği ben idim
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim
Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

Gesi Bağları Türküsü, S.Burhanettin Akbaş-Mehmet Özet, Kayseri, 2001

Devamını okuyun...>>

13 Kasım 2008 Perşembe

Resimlerle Gesi - 1 -

Gesi Bağları'ndan Bir Görünüm


Kuzey Mah. Çeşme


Gesi Bağları'nda Bir Son Bahar


Kuzey Mahalleden Bir Görünüm


Eğribucak Yolu


Büyük Camii


Gesi Bağları'ndan Başka Bir Görünüm


Gesi'den Genel Görünüm


Devamını okuyun...>>

12 Kasım 2008 Çarşamba

Gesi Bağları Türküsü Hikayesi

Bu Türkü Kayseri'nin yerli marsi gibidir.Ama özellikle Gesi de yedisinden yetmisine herkesin ama herkesin bilmesi gereken ve büyük çogunlugunun da bildigi,nesede de,hüzünde de dillerden düsmeyen, o söylenmeden dügün'lerin olmadigi bir türküdür GESI BAGLARI.Öyküsü hakkinda farkli anlatimlar olmasina ragmen simdi anlatacagimiz öykü akla ve türkünün tema'sina en uygun olanidir.Türküde islenen tema Gurbet,Hasret ve Anne sevgisi üzerinedir.Türküde uzak bir yerden Gesi ye gelin gelen kizin Annesine karsi duydugu hasret dile gelir

Haberlesmenin ve ulasimin çok güç oldugu devirlerde evlenip Gesi ye giden gelin uzun bir müddet Annesinden haber alamaz,e koca evi bu, zaten ulasim da kisitli, ki kalksin Annesine gitsin kimselere de soramaz,neticede Anne hasreti ile kavrulup durur.Üstelik kocasi da çalismaya gurbete gitmistir,kocasinin ailesinin de kötü davranmasi karsisinda iyice bunalan gelin duygularini dizelere vurmustur.

Gesi Baglarinda üç irgat isler

Anamdanmi gelir su uçan kuslar

Analar dogurur ele bagislar

Atma anam beni daglar ardina

Kimseler yanmasin anam yansin derdime

Bu dizelerdeki ince,sade,içli ve duygulu sözler siradan Anadolu insanimizin degme sairlere tas çikartacak özelligini de ortaya koymaktadir .

Gesi Baglarinin gülleri mavi

Ayrildim anamdan gülmeyim gayri

Alimi yesilimi giymeyim gayri

Yas tutsun ellerim kina yakmayim

Kör olsun gözlerim sürme çekmeyim

Yine türküde Annesinin bir tek selamina güvenen veya kendisini hatirlamasini isteyen gelin anne sevgisini ve hasreti söyle anlatir:

Su görünen bahçe'mola bag'mola

Su dagin ardinda anam var'mola

Oturur da beni anar'mola

Gel otur yanima basimin taci

Ayrilik günleri ölümden aci

***

Su dereden akan bulanik seller

Derdim içerim de ne bilsin eller

Oturup aglasam divane derler

Örtün pencereyi esmesin yeller

Bu gün efkarliyim bilmesin eller

Bu arada gelin gurbete çalismaya giden kocasina serzenisini ve ona olan ihtiyacini söyle dile getirir:

Gesi baglarina indi bir firenk

Ah çeker aglarim anam dayanmaz yürek

Gönderin yarimi o bana gerek

Gel otur yanima çektigim yeter

Ayrilik hasreti ölümden beter

***

Gesi baglarinda kaynar kum idim

Fener gibi yanan anam mum idim

Evel Allah yarim sensin benim ümidim

Gel otur yanima hallerimi söyleyim

Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim

Babasiz olarak gelin olusu,kardeslerinin ekmegini yiyerek yetismesi ,koca evinde basa kakilinca duygulanan gelin alin yazisi hakkinda serzenislerini söyle dile getirir:

Gesi baglarinda tokastim tasa

Gardas ekmegini kakarlar basa

Yetirip çalistim emegim bosa

Ne deyim de aglayim alin yazisi

Kader böyle imis onmaz bazisi

Iste bu içten ezgileri dinleyip de duygulanmamak mümkün mü.Geçmiste özellikle merhum Ahmet Gazi AYHAN'in yorumu ile baslayan ve çesitli sanatçilarla birlikte günümüze kadar gelen bu türkü halen degerini koruyarak zevkle dinlenmektedir.Ayrica türkünün temasinin hasret ve gurbet duygusu degil de iki sevgili hasreti gibi gösterilen ve uydurularak türküye atfedilmis yüzlerce deyis halen halk arasinda söylenmektedir


Devamını okuyun...>>

Bitki Örtüsü

Gesi'nin bitki örtüsü tepelerde bozkir (step) seklindedir.Ova bölümünde ise ekilip dikilen aktif tarim alanlari disinda kalan alanlar da bozkir bitki örtüsü özelligi gösterir.

Gesi vadisi ve ortasindan akan suyun her iki yani ise bahçelerle kaplidir.Bahçeler GEDINE veya GETNE olarak adlandirilan taraçalar seklinde düzenlenilmistir.Yukari dere, Kayabasi, Asagi dere, Biliysin, Kule(Gule), Camiz gölü(Harman) ve Efkere Baglari olarak 7 havalide incelenen bahçelerde (Gesi de bahçelere bag adi verilir) Elma,Armut,Ceviz,Erik,Kayisi, Kiraz,Visne,Dut ve Gilaboru en yaygin çesitlerdir. Ayrica su yataklarina yakin yerlerde vadi boyunca Sögüt, Kavak agaçlari da bol miktarda yetisir.Küçük Bögürtlen çalilari,Yasemin,Yaban Gülü(Kusburnu),Aliç,Findik ta diger türler arasindadir.

Yonca, Otlak ve Çayirlar ise genellikle zemini kaplayan bitki örtüsüdür.Üzüm Baglari ise Nize, Ispidin, Vekse açiklarinda ve Karatepe yamaçlarin da yer alir.


" Kaynak : Işık Füsun ÖZKUL "


Devamını okuyun...>>

Ekonomik Yapısı

Vadi arasinda engebeli bir arazi üzerine kurulu olan Gesi yeryüzü sekilleri açisindan iki bölümden olusur,Kuzey mahallenin büyük bir bölümü, Sarisögüt, Evlek adi verilen kesimler düz bir ova görüntüsü sunarken,Güney Mahalle, ortasindan büyükçe bir dereyle ikiye ayrilan vadinin yamaçlarina kademeli olarak yerlesmistir.

Orta Anadolu bozkir karakterli bitki örtüsü Gesi de sanki Karadeniz den koparilip oturtulmus zengin yesilliklerle kesintiye ugrar.Gesi'nin bu önemli özelligi,burayi günümüzde daha da hizlanan bir sayfiye yeri haline getirmektedir.

Güney ve Kuzey Mahalle,Gesi de geleneksel dokuyu küçük bozulmalarla devam ettirmekte olup,yeni kurulan ve ovaya açilan mahalleler belli bir plan disiplininden yoksun, çagdas görüntüden uzak karmasik ve dogal yapisina aykiri kisiliksiz bir görüntü sergilemektedir.


" Kaynak : Işık Füsun ÖZKUL "


Devamını okuyun...>>

Tarihi ve Kültürel Yapısı

Bu gün Gesi deyince akla sadece bir Belediye-idari yönden ve nahiye olan Gesi Kasabası değil onunla birlikte çevresindeki köylerde gelir. Gesi'yi bu köylerden köyleri de Gesi den ayrı düşünmek mümkün değildir.

Gesi'nin Tarihi: 1071 Malazgirt'ten evvel baslar. Kayseri 1067 yılında Afşin Bey tarafından fetih edilmiştir. O günden itibaren de Türk kalmıştır. Ne var ki bu tarihlerden önce ve sonra Kayseri ve çevresi nüfus akınına uğramıştır. Malazgirt'le birlikte gelenler Müslüman Oğuz boylarıdır. Önce gelenler ise Karadeniz'in kuzeyinden gelip Balkanlara yerleşen ve uzun süre burada kalarak Hıristiyan dinine giren Peçenek ve Oğuz Türkleridir. Osmanlı döneminde esas nüfus Müslümanlardan oluştuğundan bu Hıristiyanlar Türk olarak kabul edilmemişler ve azınlık olarak kalmışlardır. 1120 yılındaki tahrir defterinden yapılan tetkiklerde Gesi ve çevresinin nüfusunun % 71 ini Hıristiyanların % 29 unu Müslümanların oluşturduğu görülmektedir

Hıristiyan nüfusun Türkçe'den başka dil bilmedikleri İncillerinin bile Türkçe yazıldığı, kişi İsimlerinin Turgut-Türkoğlu -Teke gibi Türkçe isimler olduğunu görüyoruz. Ayrıca 1839 yılında yapılan Darsiyaktaki kilisenin bir benzeri olan Endürlük köyündeki kilisenin kitabesinde 1835 yılında Hacı Murat Kalfa tarafından yaptırıldığı yazılmaktadır.

1920 Yılında Zincidere'de çıkartılan eski harflerle basılan Anadolu Ortadoxluğunun sesi adli gazetede, gazete sahibinin ismi Antalyalı Tekeoğlu Filip olarak yazılmıştır. Bu gazetenin bir sayısında da İstanbul Patrikhanesine bağlı olmadıklarını ve basının hiç bir zaman kendilerini temsil etmediğini ve edemeyeceğini ancak T.B.M.M. tanıdıklarını ifade ederek Milli Mücadeleyi desteklemişlerdir.

Ayrıca 19 Aralık 1919 Perşembe günü Kumarlıda Atatürk'ü karşılayan halk arasında bunlarda bulunmaktadır. İste Gesi ve Kayseri'de yasayan -Rumlar, Hıristiyan Türklerdir.Bu Hıristiyanlar 1923 yılında mübadeleye tabi tutularak Selaniğe gitmişlerdir.

1488 Yılında Ağırnas Kasabasında doğan Büyük Türk Mimari Koca Sinan'da bu Türklerdendir.

l6.YY da Gesi ve köyleri bu gün tespit edilemeyen Koramaz nahiyesine bağlıdırlar. 1500 yılındaki kayıtlardan Koramaz nahiyesine bağlı olan köyler şunlardır:

1- Ulubürüngüz 2- Küçükbürüngüz 3- Efkere 4- Mancusun 5- lsbıdın

6-Balu-Gesi(Yukarı Gesi) 7- Gesi 8- Salkuma 9- Niziye 10- Darsiyak

11- Dimitri 12- Agirnas 13- Sarimsakli 14- Gengeme 15- ispile

16- Kanber 17- Barsama 18- Germir 19-Tavlusun 20- Cırlavuk

21- Sultan hani 22-Palas

Koramaz nahiyesi bu yıllarda Kayserinin en kalabalık en zengin nahiyesidir. 1520 yılında

toplam nüfusu 6901 dir. Bunun % 71 Gayri Müslim % 29 Müslüman dır. Nahiyenin gelir yekunu vergi olarak 271124 Akçedir.Yine bu yıllarda Nahiyede 13488 adet koyun 1231 adet Arı kovanı 46 adet su değirmeni 29 adet de Bezir hane mevcuttur.


Devamını okuyun...>>